terça-feira, 5 de novembro de 2024

Yürüyüşçü ve onun ikizi

 Gece. Buralarda vakit sık sık gecedir. Bugün yalnız başıma geliyorum. Işte geliyorum, bu kırık asfalt yolu yalnız başıma yürüyerek, yokuş aşağı yokuş yukarı durmadan. Evet, bu anlattıklarım tamamen bana dair. Seninle ilgili değil. Sanayi bölgesini terk edeli günler yıllar asırlar oldu ama sanırım arkamı dönüp baksam hâlâ karanlığın içinden yıkık bir köşkü seçebiliriz. Ama bakamam, arkama bakamam, arkama bakamam, hiç durmadan ilerlemeliyim... Ve diyelim ki, ayaklarımın altında yuvarlanan ve kenarlara zıplayan bu küçük taşlar, her şeye bir his, bir düzen, bir anlam veriyorlar, bizimle iletişim kuruyorlar, seni bizi geleceğe taşıyorlar... varoluş ve bütün arada kalanlar... Uzaktan, yolun bir kenarından, sis örtülerinin ötesinden, daha da uzaktaki, yıkık duvarların ardından, çalı ve bataklıklardan gelen bir ses duyuluyor; önce sadece tiz bir ses, daha çok bir mırıldanma gibi, aşağıdan, doğudan ve batıdan yükselen baritonları, sopranoları, tenorları ve sopraninoları ile adım adım tam teşekküllü bir köpekler orkestrasına dönüşen bir çeşit zavallı yakarış. Başıboş mutant köpekler, ıstırabın gölgeleri, öfke ve bir çeşit vecit hali, hepsi bir yabancının varlığınıdan haber veriyor. Benim varlığım, senin yokluğun. Sahiden. Kanımın kokusu bir an için dünyadaki tüm günahları uyandırıyor. Ve sen canavarı renginden tanıyan muhtemel bir düşmanla, olası bir kurtarıcıyla hayal kuruyorsun. Bense oyalıyorum, geldiği gibi gidecek elbet. Zaman geçiyor ve sesler çürümeye, akıp gitmeye başlıyor, havlamalar ve ciyaklamalar uzaklardan gelen ulumalara dönüşüyor... Ve sonunda yeniden sessizlik çöküyor, geriye bir tek gözlerin kalıyor... Bir çağ daha geçiyor, ve tepede, yokuşun tepesinde bir elektrik direği beni bekliyor, bizi bekliyor. Adımlarımı yavaşlatıyorum, kafamı kaşıyarak en sonunda arkama bakıyorum fakat olağandışı hiç bir şey göremiyorum. Sonra elektrik direğine tekrar döndüğümde gördüğüm şey... daha çok bir... oradasın, beni bekliyorsun. Yaklaşıyorum. Evet, doğru, burada elektrik direğinin altındaki taşa üzerine oturmuş havadis bekleyen kişi, bu sensin. Fakat o da ne, birbirimize çok benziyoruz, neredeyse seni kendim zannedecektim ve biliyor musun... "şey" yavaşça taştan iniyor, gittikçe yaklaşıyor, lastik bacaklarını hafifçe oynatıyor, bana tepeden bakıyor ve ben de "onun" siluetinin ta içine bakıyorum, dudakları titriyor, tekrar kafamı kaşıyorum. Sarımtırak ışığın altında hareketsiz. Yanıp sönüşler, yıldız tozu, ve her nasılsa bir şekilde fötr şapkaya benzeyen bir şey ılık rüzgarla çıkageliyor ve aramızdaki çamurlu zemine iniyor, ve zaman kaybetmeden şapkanın kenarından geçip iki üç adım ilerliyorum... "Şey" de birkaç adım ilerliyor, benimle aynı hareketleri yapıyor, şapkanın kenarından geçiyor. Karşı karşıya duruyoruz, neredeyse burunlarımız değecek, gözlerimiz büyüyor ve sonunda fark ediyorum ki benzerliğimize karşın tıpatıp aynı değiliz. Ardından birkaç saniyelik rahatsız edici bir sessizlik oluyor.  Uzun bir süre sonra:

-Ne yani -Kim neymiş? -Evet, ne nedir?!  - Ben "ne"yim! 

- Sen nesin?  -Evet, ben "ne"liği veren "ne"yim. -Neyi veren nesin? - Ben anlam verenim! -Neye anlam verensin? - Sorularına anlam verenim! - Hangi soru?! -Sen nesin? -Ben? Ben bu şapka ve ayakkabılar arasında kalan şeyim! -Pek fazla bir şey değil, peki burada ne yapıyorsun? - Senin yaptığını, sadece manzarayı izliyorum... -Peki bunu neden bu şekilde söylüyorsun? - Ses tellerim böyle istiyor çünkü... - Kendinden amma da emin! -Evet azizim, gerçek benim yanımda… -Hangi gerçek? - Asıl gerçek. -Boynuzlu gerçek olmasın? -Gördüğüm kadarıyla kendini canavar gibi hissediyorsun ve hayvan gibi konuşuyorsun. -Bir hayvan en azından mantıkla uğraşmaz. -Öyle mi, bunu nereden biliyorsun? -Bir köpek huzur içinde dinlenebilir... -Sen dinlenemiyor musun? - Hayır, çiçekleri incitmekten korkuyorum. -Hmm, iyi bahane, gerçekten iyi... Ama belki biliyorsundur, ıstırabı yaşamdan ayırmak mümkün değildir -Biliyorum, biliyorum ama.. -Başka neyi biliyorsun? -Niyetlerinin değersiz olduğunu biliyorum -Neden değersizmiş? - Çünkü görüyorum ki tüm istediğin keşfetmek, deliye dönmek, kafa karıştırmak... -Bunda değersiz olan ne? -Amacın yıkım… - Haksızsın dostum! Sadece kumdan kaleye giden yolu bulmaya çalışıyorum... -Peki neden sana yardım edebileceğimi düşünüyorsun? -Zaten ediyorsun... -Hmm, birine faydalı olmak güzel... -Peki senin için başka ne yapabilirim kardeşim? - Bu botları çıkarmama yardım edebilirsin? - Tabii, haydi otur ve bacağını uzat. -Peki ya çiçekler? - Bana bak! Atacağın sonraki adımları önemsiyorsun, ama zaten ayağının altında olanı değil! -Keşke havada süzülebilseydim… -Bu kadar saf olmaya gerek yok dostum! İstediğini başka bir şekilde de çözebiliriz... -Nasıl? - Şuradaki ağaca çıkıp dallarından birine kendini asarsan kolayca istediğin şeye ulaşırsın. -O zaman botları ne yapacaksın? -Ne yapmamı istiyorsun? -Onları yok edebilir misin? -Ben sihirbaz değilim, ama belki onları bir deliğe gömerim ve... - Dünyanın altını üstüne getirmeye niyetim yok... -O zaman belki onları kuru yaprakların altına saklarım...

-Ama yine de var olmaya devam eder... -Onları yakabilirim. -Belki bu iyi bir çözümdür... -Öyle yapalım o zaman. Şu ağaca doğru gidebilir misin? -Peki ya çiçekler? -Seni sırtımda taşıyacağım. -Hayır, bana dokunmana izin vermem… -O zaman hiçbir şey yapamayız… -Doğru, hiçbir şey yapamayız, haydi bunların hepsini unutalım, ben şahsen şu botları unuttum bile... -Peki sonsuza kadar burada olacak mısın? -Bir sebep bulana kadar burada olacağım... -Ama benimle gelmene ihtiyacım var... - Kahretsin! Nereye gelmemi istiyorsun? -Kumdan kaleye. - Şimdi mi? - Belki... -Peki neden kendin gitmiyorsun? - Çünkü yolu bulmama yalnızca sen yardım edebilirsin. -Sana bunu düşündüren nedir? -Yüzünden okudum... -Ne varmış yüzümde? -Anahtarı içinde taşıdığını görebiliyorum. - Emin misin? İçimde mi dışımda mı? -Hem içinde hem dışında -Peki bu kumdan kalede ne oluyor? -Özgürlük orada yaşıyor... - Hmm, yani bu mu senin hedefin, özgürlük mü? -Evet! -Peki bu işten benim kazancım ne olacak? -Gerçeğe sahip olacaksın. - Hemen gidelim! - Şu anda yapamam... -Peki neden? - Kararsızlık kontrolü ele aldı, üzgünüm... -Ama amacın özgürlük ve ben seni ona götüreceğim...-Şu an sana tamamen güvenmiyorum! -Peki gerçek benimle ise neden bana güvenmiyorsun!? -Şüphenin gerçekten daha güçlü olduğunu hissediyorum...  -Az önce öyle hissediyordum ama artık öyle hissetmiyorum... -Rahat hissediyor musun? -Yola devam edebilirim... -Peki kendi başına yapabilir misin? -Hayır, çünkü kale senin icadın. Sen olmazsan kale de olmaz... -Yani benim kurgumun gerçek olduğuna inanıyor musun? -Hepsinin aynı şey olduğuna inanıyorum... -Peki özgürlüğün beni beklediğine inanıyor musun? -İnanıyorum.... -Peki eğer ben bu özgürlük-şeyini alırsam sen ne alacaksın? -Kalede gizli olan hazineyi alacağım...  -Peki ya botların, gitmeni engellemeyecekler mi? -Onları şimdi çıkaracağım. -Artık çiçekleri incitmekten korkmuyor musun? -Hayır, aslında şu an çok cesur hissediyorum. -Sakin ol, sakin ol... Artık gitmeye ihtiyacımız yok gibi gözüküyor... -Yarabbim... ama neden!? -Çünkü özgürlük şu an buraya gelmek üzere... -Ah, ve geldi... -Evet, ve gidiyor! -Gidemez, gitmiyor! -Bizi fark bile etmeden gitti... -Yarabbim, şu anda tamamen kaybolmuş haldeyiz... -Haydi onu takip edelim, peşinden gidelim... şimdi...-Hayır hayır ve hayır. Kalede buluşmak üzere bekleniyorduk... -Belki geri gelecektir... -Nereye geri gelecektir? -Kaleye... Hayır, artık kale yok, özgürlük olmadan kale de olmaz. - Bak, kale olmak zorunda çünkü seni kaleye götürecek anahtar benim. -Aynen öyle, özgürlük kaleyi beraberinde götürür, o nereye giderse kale de oraya gider... -Peki yoldan geçen hiçbir kale gördün mü? -Hayır, rehber sen olduğun için senin görmen gerekiyor! -Ben hiçbir şey görmedim... -Fakat gözlerin görmüyorsa gerçek ne işe yarar? -Belki gerçeğin gözü kördür... -Peki! Ya şimdi? -Şimdi kim olduğumu bilmiyorum -Sen bu şapkanın altında olansın. -Ve sen, sen... Sen bu botların üstünde olansın değil mi? Kesinlikle! - Peki bana hâlâ yardım edebilecek misin? - Evet, kaleyi tekrar inşa etmene yardımcı olacağım... -Unut bunu, kaleler hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum artık -O zaman artık bana ihtiyacın yok mu? -Yok, gidebilirsin! -Ama ben sen gelmeden önce de buradaydım... -Yani? -Yani burası benim yerim. -Senin olduğu kadar benim de... -Yalan... -Gerçek hakkında ne biliyorsun? -Sana gerçeği getiren bendim. -Olabilir, ama gerçek artık bana ait... -Peki ne yapacaksın bu gerçekle? -Hâlâ emin değilim... Düşünmem lazım! -Daha net düşünebilmen için botlarını çıkarmamı ister misin? - Gerek yok. -Hâlâ çiçekleri incitmekten korkuyor musun? -Bilmiyorum! - Artık bir yere gitmeyecek misin? -Neden gitmeliymişim? -Özgürlüğü takip etmek istiyor olabilirsin... -Hayır, sendin onun peşinden gitmek isteyen...  -Pekâlâ, artık bunu yapmaya ihtiyacım yok. -Neden yok? -Çünkü şimdi ben "özgürlük”ün ta kendisiyim. -İyi dedin ama dakikalar önce buradan geçen "Güzellik" kim o zaman?-Aslında ben o geçenin "Umutsuzluk" olduğunu düşünüyorum! -Umutsuzluk da bir kadın mı? -Doğru! - Doğru olup olmaması seni ilgilendirmez, gerçeğin bilgisi bana aittir... -Sen ne biliyorsun peki? -Bensiz hiçbir yere gitmeyeceğini biliyorum... -Kes sesini! Ben 'özgürlük''üm, nereye istersem oraya giderim... -Git o zaman. Niye gitmiyorsun? -Şu an içimden gitmek gelmiyor, istediğim burada kalıp manzaranın tadını çıkarmak. -"Özgürlük", manzaranın tadını çıkarmak gibi şeylerle uğraşmaz... -Buna ben karar veririm... -"Özgürlük" karar vermez. Kararları "Mantık" alır! -Şimdi de "Mantık"ın sen olduğunu söyleme bana? -Aynen öyle! -Peki kararın nedir? -Kararım senin "Özgürlük" olmadığın, sen "Umutsuzluk"sun... -Ama Umutsuzluk az önce buradan geçmedi mi? -Hayır, o geçen "Kardeşlik"ti... - Yarabbim, peki bu da kim? -Bu... bu "Ahenk"... -Peki neden bizi fark etmedi? -Çünkü biz soytarılardan başka bir şey değiliz... -Ama sen mantıksın, ve mantık anlamsızlıktan daha önemlidir. -Yanlış söylüyorsun, mantık en iyiye de en fenaya da sebep olabilir... -İyi ki durmadı, umutsuzluk ben olduğuma göre eğer dursaydı dünyadan söküp atardım... -"Ahenk"e zarar vermek imkansızdır! -Neler yapabileceğim hakkında hiçbir fikrin yok... -Tabii tabii, neymiş yapabileceklerin? -Yapabileceklerim... -Geleceği görebilirim... -Hm, şimdi de büyücü mü oldun? -Kesinlikle, şüphesiz! -Olacak neleri görüyorsun peki? -"Ahenk"in buradan tekrar koşarak geçeceğini görüyorum... -Yaklaşan bir şey görmüyorum. -Kör olduğunu unutuyorsun, "Gerçek" kördür... -Doğrusunu söylemek gerekirse ben "Gerçek" değilim dostum, ben hayli uzun zamandır "Mantık"ım... -İkisi aynı şey değil mi? -Sence de mucizeye yol açan umutsuzluk değil midir - Sesini kes de izle! -İşte geliyor -Bak nasıl da yorgun geliyor! -Allah korusun! Peki böyle bir yaratık neden-kimden kaçar? -Kehanetimden, çünkü onun "Kaos"a dönüşeceğini öngörmüştüm -Bence o zaten aşırı ahenkli bir kaos... -Öngörün yanlış dostum...-Tabii ki, ben sadece "Doğru olan"ım! -Kısa süre içinde başka bir şey olacaksın... -Yazgıma karşı özenli ol... -Şimdi "Sahtelik"sin! -Değilim, dikkat et, ben şey yapabiliyorum... -Ne yapabiliyorsun? -Ben... Ben öldürebilirim...-Anlamaya çalışıyorum... -Tek ben değilim... -Bu bir itham mı? -Gerçeğin senin tarafında olduğunu söylemen bir yalandı, "Özgürlük" olduğunu iddia etmen yalandı, kendini "Umutsuzluk" olarak tanıtman yalandı. -Hâlâ yalan söyleyen sensin, ben asla "Umutsuzluk" olmadım. -Umutsuzluk buradan koşarak geçti ve bana bir sır verdi. Hangi sır, sen aptalın tekisin!... -Buradan koşarak geçen "Cazibe" idi! -Peki ben bir aptalsam ve sen de devamlı yalan söylüyorsan neden sana inanayım ki? -Bunu sen söylüyorsun. Ama sen bir köleden başka bir şey değilsin… -Tamam da sen kimsin? -Dikkat et, şu an ben "güzellik"im. Bu kadar! -Yarabbim! Bunu nasıl ispatlayacaksın? -Çiçekleri incitemememle, kararsızlığımla, "Cazibe"nin buradan üç kez koşarak geçmesiyle... -Ama ben seni güzel bulmuyorum. -Bana biraz zaman vermelisin... - Zamana inanmam.... -Yüzündeki çizgilere bakarsan inanırsın. -Seninkiler gözümün önündeyken neden kendiminkilere bakayım ki? -Benim kırışıklıklarım yok, "Güzellik"in kırışıklıkları yoktur, benim vasıflarım var sadece! -Çok önemlisin bakıyorum.... -Konuşana bak! Kendini büyücü sanıyordun... -Tekrar söylüyorum, ben bu şapkanın altındaki değilim artık. - Ben şu an şapka falan göremiyorum... -Botlar da yok oldu... -Kahretsin, neden hala buradayız? -Off, nerede ki burada dediğin? -Burada gölgelerin arasında!! - Kaltak! Seni de gölgelerini de sikeyim... - Ben de senin, boktan gösterişçiliğinin ve açıklamalarının amına koyayım! -Evet, her şeyin amına koyayım! -Kendimin, senin, bu dünyanın ve öteki dünyanın! - Siktir siktirsiktir! Orospunun evladı, her şey boka battı, gidelim...

Sem comentários:

Enviar um comentário