-Ne yani -Kim neymiş? -Evet, ne nedir?! - Ben "ne"yim!
- Sen nesin? -Evet, ben "ne"liği veren "ne"yim. -Neyi veren nesin? - Ben anlam verenim! -Neye anlam verensin? - Sorularına anlam verenim! - Hangi soru?! -Sen nesin? -Ben? Ben bu şapka ve ayakkabılar arasında kalan şeyim! -Pek fazla bir şey değil, peki burada ne yapıyorsun? - Senin yaptığını, sadece manzarayı izliyorum... -Peki bunu neden bu şekilde söylüyorsun? - Ses tellerim böyle istiyor çünkü... - Kendinden amma da emin! -Evet azizim, gerçek benim yanımda… -Hangi gerçek? - Asıl gerçek. -Boynuzlu gerçek olmasın? -Gördüğüm kadarıyla kendini canavar gibi hissediyorsun ve hayvan gibi konuşuyorsun. -Bir hayvan en azından mantıkla uğraşmaz. -Öyle mi, bunu nereden biliyorsun? -Bir köpek huzur içinde dinlenebilir... -Sen dinlenemiyor musun? - Hayır, çiçekleri incitmekten korkuyorum. -Hmm, iyi bahane, gerçekten iyi... Ama belki biliyorsundur, ıstırabı yaşamdan ayırmak mümkün değildir -Biliyorum, biliyorum ama.. -Başka neyi biliyorsun? -Niyetlerinin değersiz olduğunu biliyorum -Neden değersizmiş? - Çünkü görüyorum ki tüm istediğin keşfetmek, deliye dönmek, kafa karıştırmak... -Bunda değersiz olan ne? -Amacın yıkım… - Haksızsın dostum! Sadece kumdan kaleye giden yolu bulmaya çalışıyorum... -Peki neden sana yardım edebileceğimi düşünüyorsun? -Zaten ediyorsun... -Hmm, birine faydalı olmak güzel... -Peki senin için başka ne yapabilirim kardeşim? - Bu botları çıkarmama yardım edebilirsin? - Tabii, haydi otur ve bacağını uzat. -Peki ya çiçekler? - Bana bak! Atacağın sonraki adımları önemsiyorsun, ama zaten ayağının altında olanı değil! -Keşke havada süzülebilseydim… -Bu kadar saf olmaya gerek yok dostum! İstediğini başka bir şekilde de çözebiliriz... -Nasıl? - Şuradaki ağaca çıkıp dallarından birine kendini asarsan kolayca istediğin şeye ulaşırsın. -O zaman botları ne yapacaksın? -Ne yapmamı istiyorsun? -Onları yok edebilir misin? -Ben sihirbaz değilim, ama belki onları bir deliğe gömerim ve... - Dünyanın altını üstüne getirmeye niyetim yok... -O zaman belki onları kuru yaprakların altına saklarım...
-Ama yine de var olmaya devam eder... -Onları yakabilirim. -Belki bu iyi bir çözümdür... -Öyle yapalım o zaman. Şu ağaca doğru gidebilir misin? -Peki ya çiçekler? -Seni sırtımda taşıyacağım. -Hayır, bana dokunmana izin vermem… -O zaman hiçbir şey yapamayız… -Doğru, hiçbir şey yapamayız, haydi bunların hepsini unutalım, ben şahsen şu botları unuttum bile... -Peki sonsuza kadar burada olacak mısın? -Bir sebep bulana kadar burada olacağım... -Ama benimle gelmene ihtiyacım var... - Kahretsin! Nereye gelmemi istiyorsun? -Kumdan kaleye. - Şimdi mi? - Belki... -Peki neden kendin gitmiyorsun? - Çünkü yolu bulmama yalnızca sen yardım edebilirsin. -Sana bunu düşündüren nedir? -Yüzünden okudum... -Ne varmış yüzümde? -Anahtarı içinde taşıdığını görebiliyorum. - Emin misin? İçimde mi dışımda mı? -Hem içinde hem dışında -Peki bu kumdan kalede ne oluyor? -Özgürlük orada yaşıyor... - Hmm, yani bu mu senin hedefin, özgürlük mü? -Evet! -Peki bu işten benim kazancım ne olacak? -Gerçeğe sahip olacaksın. - Hemen gidelim! - Şu anda yapamam... -Peki neden? - Kararsızlık kontrolü ele aldı, üzgünüm... -Ama amacın özgürlük ve ben seni ona götüreceğim...-Şu an sana tamamen güvenmiyorum! -Peki gerçek benimle ise neden bana güvenmiyorsun!? -Şüphenin gerçekten daha güçlü olduğunu hissediyorum... -Az önce öyle hissediyordum ama artık öyle hissetmiyorum... -Rahat hissediyor musun? -Yola devam edebilirim... -Peki kendi başına yapabilir misin? -Hayır, çünkü kale senin icadın. Sen olmazsan kale de olmaz... -Yani benim kurgumun gerçek olduğuna inanıyor musun? -Hepsinin aynı şey olduğuna inanıyorum... -Peki özgürlüğün beni beklediğine inanıyor musun? -İnanıyorum.... -Peki eğer ben bu özgürlük-şeyini alırsam sen ne alacaksın? -Kalede gizli olan hazineyi alacağım... -Peki ya botların, gitmeni engellemeyecekler mi? -Onları şimdi çıkaracağım. -Artık çiçekleri incitmekten korkmuyor musun? -Hayır, aslında şu an çok cesur hissediyorum. -Sakin ol, sakin ol... Artık gitmeye ihtiyacımız yok gibi gözüküyor... -Yarabbim... ama neden!? -Çünkü özgürlük şu an buraya gelmek üzere... -Ah, ve geldi... -Evet, ve gidiyor! -Gidemez, gitmiyor! -Bizi fark bile etmeden gitti... -Yarabbim, şu anda tamamen kaybolmuş haldeyiz... -Haydi onu takip edelim, peşinden gidelim... şimdi...-Hayır hayır ve hayır. Kalede buluşmak üzere bekleniyorduk... -Belki geri gelecektir... -Nereye geri gelecektir? -Kaleye... Hayır, artık kale yok, özgürlük olmadan kale de olmaz. - Bak, kale olmak zorunda çünkü seni kaleye götürecek anahtar benim. -Aynen öyle, özgürlük kaleyi beraberinde götürür, o nereye giderse kale de oraya gider... -Peki yoldan geçen hiçbir kale gördün mü? -Hayır, rehber sen olduğun için senin görmen gerekiyor! -Ben hiçbir şey görmedim... -Fakat gözlerin görmüyorsa gerçek ne işe yarar? -Belki gerçeğin gözü kördür... -Peki! Ya şimdi? -Şimdi kim olduğumu bilmiyorum -Sen bu şapkanın altında olansın. -Ve sen, sen... Sen bu botların üstünde olansın değil mi? Kesinlikle! - Peki bana hâlâ yardım edebilecek misin? - Evet, kaleyi tekrar inşa etmene yardımcı olacağım... -Unut bunu, kaleler hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum artık -O zaman artık bana ihtiyacın yok mu? -Yok, gidebilirsin! -Ama ben sen gelmeden önce de buradaydım... -Yani? -Yani burası benim yerim. -Senin olduğu kadar benim de... -Yalan... -Gerçek hakkında ne biliyorsun? -Sana gerçeği getiren bendim. -Olabilir, ama gerçek artık bana ait... -Peki ne yapacaksın bu gerçekle? -Hâlâ emin değilim... Düşünmem lazım! -Daha net düşünebilmen için botlarını çıkarmamı ister misin? - Gerek yok. -Hâlâ çiçekleri incitmekten korkuyor musun? -Bilmiyorum! - Artık bir yere gitmeyecek misin? -Neden gitmeliymişim? -Özgürlüğü takip etmek istiyor olabilirsin... -Hayır, sendin onun peşinden gitmek isteyen... -Pekâlâ, artık bunu yapmaya ihtiyacım yok. -Neden yok? -Çünkü şimdi ben "özgürlük”ün ta kendisiyim. -İyi dedin ama dakikalar önce buradan geçen "Güzellik" kim o zaman?-Aslında ben o geçenin "Umutsuzluk" olduğunu düşünüyorum! -Umutsuzluk da bir kadın mı? -Doğru! - Doğru olup olmaması seni ilgilendirmez, gerçeğin bilgisi bana aittir... -Sen ne biliyorsun peki? -Bensiz hiçbir yere gitmeyeceğini biliyorum... -Kes sesini! Ben 'özgürlük''üm, nereye istersem oraya giderim... -Git o zaman. Niye gitmiyorsun? -Şu an içimden gitmek gelmiyor, istediğim burada kalıp manzaranın tadını çıkarmak. -"Özgürlük", manzaranın tadını çıkarmak gibi şeylerle uğraşmaz... -Buna ben karar veririm... -"Özgürlük" karar vermez. Kararları "Mantık" alır! -Şimdi de "Mantık"ın sen olduğunu söyleme bana? -Aynen öyle! -Peki kararın nedir? -Kararım senin "Özgürlük" olmadığın, sen "Umutsuzluk"sun... -Ama Umutsuzluk az önce buradan geçmedi mi? -Hayır, o geçen "Kardeşlik"ti... - Yarabbim, peki bu da kim? -Bu... bu "Ahenk"... -Peki neden bizi fark etmedi? -Çünkü biz soytarılardan başka bir şey değiliz... -Ama sen mantıksın, ve mantık anlamsızlıktan daha önemlidir. -Yanlış söylüyorsun, mantık en iyiye de en fenaya da sebep olabilir... -İyi ki durmadı, umutsuzluk ben olduğuma göre eğer dursaydı dünyadan söküp atardım... -"Ahenk"e zarar vermek imkansızdır! -Neler yapabileceğim hakkında hiçbir fikrin yok... -Tabii tabii, neymiş yapabileceklerin? -Yapabileceklerim... -Geleceği görebilirim... -Hm, şimdi de büyücü mü oldun? -Kesinlikle, şüphesiz! -Olacak neleri görüyorsun peki? -"Ahenk"in buradan tekrar koşarak geçeceğini görüyorum... -Yaklaşan bir şey görmüyorum. -Kör olduğunu unutuyorsun, "Gerçek" kördür... -Doğrusunu söylemek gerekirse ben "Gerçek" değilim dostum, ben hayli uzun zamandır "Mantık"ım... -İkisi aynı şey değil mi? -Sence de mucizeye yol açan umutsuzluk değil midir - Sesini kes de izle! -İşte geliyor -Bak nasıl da yorgun geliyor! -Allah korusun! Peki böyle bir yaratık neden-kimden kaçar? -Kehanetimden, çünkü onun "Kaos"a dönüşeceğini öngörmüştüm -Bence o zaten aşırı ahenkli bir kaos... -Öngörün yanlış dostum...-Tabii ki, ben sadece "Doğru olan"ım! -Kısa süre içinde başka bir şey olacaksın... -Yazgıma karşı özenli ol... -Şimdi "Sahtelik"sin! -Değilim, dikkat et, ben şey yapabiliyorum... -Ne yapabiliyorsun? -Ben... Ben öldürebilirim...-Anlamaya çalışıyorum... -Tek ben değilim... -Bu bir itham mı? -Gerçeğin senin tarafında olduğunu söylemen bir yalandı, "Özgürlük" olduğunu iddia etmen yalandı, kendini "Umutsuzluk" olarak tanıtman yalandı. -Hâlâ yalan söyleyen sensin, ben asla "Umutsuzluk" olmadım. -Umutsuzluk buradan koşarak geçti ve bana bir sır verdi. Hangi sır, sen aptalın tekisin!... -Buradan koşarak geçen "Cazibe" idi! -Peki ben bir aptalsam ve sen de devamlı yalan söylüyorsan neden sana inanayım ki? -Bunu sen söylüyorsun. Ama sen bir köleden başka bir şey değilsin… -Tamam da sen kimsin? -Dikkat et, şu an ben "güzellik"im. Bu kadar! -Yarabbim! Bunu nasıl ispatlayacaksın? -Çiçekleri incitemememle, kararsızlığımla, "Cazibe"nin buradan üç kez koşarak geçmesiyle... -Ama ben seni güzel bulmuyorum. -Bana biraz zaman vermelisin... - Zamana inanmam.... -Yüzündeki çizgilere bakarsan inanırsın. -Seninkiler gözümün önündeyken neden kendiminkilere bakayım ki? -Benim kırışıklıklarım yok, "Güzellik"in kırışıklıkları yoktur, benim vasıflarım var sadece! -Çok önemlisin bakıyorum.... -Konuşana bak! Kendini büyücü sanıyordun... -Tekrar söylüyorum, ben bu şapkanın altındaki değilim artık. - Ben şu an şapka falan göremiyorum... -Botlar da yok oldu... -Kahretsin, neden hala buradayız? -Off, nerede ki burada dediğin? -Burada gölgelerin arasında!! - Kaltak! Seni de gölgelerini de sikeyim... - Ben de senin, boktan gösterişçiliğinin ve açıklamalarının amına koyayım! -Evet, her şeyin amına koyayım! -Kendimin, senin, bu dünyanın ve öteki dünyanın! - Siktir siktirsiktir! Orospunun evladı, her şey boka battı, gidelim...
Sem comentários:
Enviar um comentário